Ardından gelen sessizlikte, Elizabeth bakışlarını kapağını dalgınca okşamaya devam ettiği kitaba doğru yöneltti. Gözlüklerimi çıkarmamıştım ve çıkarmaya da hiç niyetim yoktu. Konuşmaya da niyetim yoktu. Şimdi yalnızca ne söyleyeceğini merak ediyordum, aptalca merak ediyordum. Garsonun getirdiği Perrier'den bir yudum aldığımda, kızın dudaklarının kımıldadığını gördüm, ama hiç bir şey anlamadım. Birahanenin vızıldayan uğultusunu da artık duymadım, sanki biri ansızın sesi kesmiş gibiydi. Bu durum ne kadar sürdü bilmiyorum, bir asır veya bir saniye ve gürültü geri geldiğinde Elisabeth şöyle diyordu:
- Anlıyor musun, Christian?
Gülümseyişi üzgün ve yumuşaktı. Arkasından uzun, upuzun kenarlarında yapraksız ağaçlar olan bir yol sonsuzluğa doğru uzanıyordu. Makadam yol yağmurda parlıyordu ve etraftaki kırlar alacakaranlıkta gitgide yok oluyordu.
- Anlıyorum, dedim ona.
Ve bu yol üzerinde, oralarda bir yerde, pardösüsüne gömülmüş nereye gittiğini, ne aradığını bilmediğim bir adam uzaklaşırken, ben de Elizabeth'e gülümsedim.
Gönüllü Sürgün-Suerte
Claude Lucas
No comments:
Post a Comment